Tüm büyük güçlerin liderleri gibi, Rusya’nın elitleri de ülkenin stratejik önceliklerini muhtemel zorlukları öngörecek şekilde düzenlemek için düzenli olarak geleceği tahmin etmeye çalışıyor. ABD, Ulusal İstihbarat Konseyi’nin yönetimi altında her dört yılda bir bu tür değerlendirmeler gerçekleştirildiği bütün dünyanın malumu. AB ise bunu her beş yılda bir yapar. AB’nin son toplantısından sonra 2030’a kadar muhtemel küresel eğilimler hakkında oluşturduğu rapor kısa bir süre önce kamu oyunun istifadesine sunuldu.
Rusya özelinde ise jeostratejik tahminler Primakov Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IMEMO) tarafından hazırlanıyor. Ensitünün 2035 için küresel görünüm tahminlerini barındıran raporda yer alan öngörüler, ABD ve AB’ninkine benzer. Raporda Rusya için yapılan öngörüler ise bir hayli dikkat çekici. Araştırmacılar ülkenin karşılaşacağı birkaç stratejik ikilem üzerine odaklanmış durumda.
Rapora göre Rusya’nın en önemli önceliği “güç ve sorumluluk hiyerarşisindeki konumunu korumak ve geliştirmek” olmalı. Ancak bunu başarmak için “Rus ekonomisinin yapısal olarak yeniden yapılandırılması” gerektiğinin altı çiziliyor. Kapsamlı ekonomik reformlar yapılmadan ya da raporu hazırlayan araştırmacıların “radikal değişiklikler” olarak tanımladığı atılımlarda bulunulmadan Rusya’nın uluslararası konumunun gerilemesine kesin gözüyle bakılıyor. Bu durum ilgilileri için çok da hayret verici değil. Zira Aynı nokta İsveçli ekonomist Anders Åslund’un ne yazık ki Türkçemize kazandırılmamış Russia’s Crony Capitalism kitabında da vurgulanıyordu.
Rapor, Rusya’nın önemli ekonomik sıkıntılarının tartışılmasının ardından, bir dizi karmaşık jeostratejik konuyu ele alıyor. Araştırmacılara göre “Rusya’nın Sovyet sonrası alanda, her şeyden önce Ukrayna ve komşu bölgelerin geleceğini tanımlamadaki rolüyle bağlantılı olarak Batı ile kaçınılmaz olarak uzun bir siyasi çatışma” olasılığı oldukça yüksek. Raporda bu tür gerilimlerin Rusya’nın Çin’e ve Asya’nın diğer bölgelerine yönelmesini gerekli kılacağı sonucuna varılıyor.
Raporda dikkat çeken diğer bir önemli nokta ise Rusya’nın yakın komşularının egemenliğini baltalama girişimlerinde yarattığı çatışmalara olası bir çözüm görülmediği çıkarımıdır. Çalışma, saldırgan davranışlarının Rusya’nın uluslararası konumu ve iç ekonomisi üzerindeki bariz olumsuz etkisine rağmen, Kremlin’in yurtdışında rövanşist politikalar izlemeye devam edeceğini varsayıyor. Sanki Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’ya yaptığı yasadışı saldırılar, şu anda hiçbir çözüm kabul etmeyen, sadece tarihi meselelermiş gibi…
Çin’e yakınlaşmaya gelince, bu en azından Rusya’nın Mart 2014’te Kırım’ı ilhak etmesinin Batı yaptırımlarını tetiklemesinden bu yana Kremlin’in dış politikasının bir özelliği konumunda. Putin bu yıl Pekin’de Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i ziyaret etti ve Xi, Moskova ve St. Petersburg’da Putin ile görüştü.
IMEMO çalışmasının gösterdiği gibi sorun, Çin ile daha yakın bir işbirliğinin Rusya’nın uzun vadeli gelişimini garantilemek için gerçekten uygulanabilir bir seçenek olmaması. Yazarlar uzun vadede “Çin ve diğer Asya-Pasifik ülkeleriyle işbirliğinin Batı ile işbirliğine stratejik bir alternatif olamayacağını” belirtiyorlar. Buna göre, Kremlin’in çabalarını Avrupa ve ABD ile “olası aktif işbirliği için kendi gündemini oluşturmaya” yönlendirmesi gerektiğine işaret ediyorlar.
Sonuç olarak, Rusya gerektiği gibi modernleşmekte başarısız olmakla kalmadı, aynı zamanda kendi gelişiminin bağlı olduğu güçlerle bir krize yol açan bölgesel çatışmalara da bulaştı. Bu, Rusya’yı doğu komşusuna küçük bir ortak olmanın arzu edilen bir ilerleme yolu olmadığını bilmesine rağmen Çin’e daha da fazla güvenmeye zorladı.
Rusya, öyle ya da böyle Batı ile ilişkilerini yeniden kurmanın bir yolunu bulmalı. Ukrayna’daki çatışmanın canlı bir konu olmaya devam etmesi göz önüne alındığında, bu hemen gerçekleşemez, ancak uzun vadeli gündemde olmalı. İkileme bariz bir çözüm olarak Ukrayna ile yaşanan çatışmanın büyük bir stratejik hata olduğunu kabul edip dürüst bir çözüm aramak muhtemelen böyle bir çalışmanın yetki alanının dışındaydı.
Elbette şu durumda sorulması gereken asıl soru, Putin’in IMEMO çalışmalarını ciddiye alıp almadığı veya hiç okuyup okumadığıdır. Pek çok uzman bu soruya şüpheyle yaklaşıyor. Muhtemelen Putin’in dikkatini çeken şey daha kısa vadeli güvenlik değerlendirmeleri. Yine de, Rus elitinin etkili üyeleri arasında güçlü bir desteğe sahip saygın bir yarı resmi kurumun böyle bir rapor hazırlamış olması dikkat çekici. Rapor, dili genellikle ihtiyatlı ve zaman zaman belirsizlikler taşısa da Putin’in dış politikaya yönelik yaklaşımına açık bir eleştiri niteliğinde.
Dahası, IMEMO araştırmacılarının da ortaya koyduğu gibi Rusya, küresel konumunun kötüleşebileceği bir durumu elleriyle yarattı. Batı ile ilişkisi pahasına komşularıyla devam eden çatışmalar, kaçınılmaz olarak ekonomik modernleşme ve kalkınmayı sürdürmesini engelleyecektir. Ve güçlü bir ekonomik temel olmadan, Putin’in çok önemli bulduğu ‘güçler ve sorumluluklar hiyerarşisinde’ saygın bir konum elde etme şansı olmayacaktır. Atalarımızın da dediği gibi “Kendi düşen ağlamaz!”